10. Yüzyılda İslam Coğrafyasındaki Tıp Okullarında Okutulan Kitaplara Dair İslam Tıp Tarihinden Bir Yaprak
Prof. Dr. Kadircan KESKİNBORA
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi
İslam bilginlerinin öncülüğünü yaptıkları şeylerin hemen hiçbirinin; örneğin Arap rakamları, cebir, Müslüman bilginlerinin usturlaplarının patent hakkı Batı’da tanınmış değildir. Tam tersine, birçok Müslüman icadı, bugün İngiliz, Fransız ya da Alman damgası taşımaktadır. Buna karşılık tarih kendi ders kitaplarını yazmıştır. Bağdat ve Kurtuba’daki tıp öğrencileri için yazılmış ders kitapları, Batı’nın pek çok hekim kuşağı için, bu kitapların en hırslı yazarlarının bile hayal edemeyeceği ölçüde önemli eğitim malzemeleri olmuştur.
- yüzyılın sonuna doğru, büyük bilgin Gerbert von Aurillac (945-1003), yalnızca kişisel zevki ve lüksü için ve bütünüyle teorik düzlemde tıp bilim malzemesiyle uğraşırken, aynı sıralarda İslam ülkelerinde, tıp bilgileri, hastalıklarla ve ölümle savaş amacıyla her an pratiğe uygulanmaktaydı. Orada hasta bakımı önemli bir toplumsal görevdi. Hastaneler dünyada eşi görülmeyen yüksek bir düzeye sahipti. Hekimlerden de buna uygun olarak, çok şey talep ediliyordu. Hekimlerin eğitimleri, devlet tarafından görevlendirilen bir müfettiş hekim huzurunda bir kez daha inceleniyordu. Ayrıca, hekim olduktan sonra da, hastanede çalışabilme hakkını almak ve kendilerinden sonraki tıp öğrencileri kuşağını eğitebilmek için çeşitli hazırlıklar ve ek eğitimler yapmak zorundaydılar. Bütün bunlar için; tıp öğrencileri için acilen eğitim malzemesi gerekiyordu. Ama elde ne vardı?
Eski Greklerin birkaç eseri eğitim için hâlâ vazgeçilmez şeylerdi. Bütünlüklü bir görüş kazanabilmek için öğrenci hangi malzemeyi kullanacaktı?
Sultan Adudü’d-Devle’nin özel hekimi ve Gerbert von Aurillac’ın çağdaşı olan Ali bin Abbas (932-994), mevcut tıp literatürünü eleştirel bir gözle inceledikten sonra, “Eski ve yeni hekimlerin eserleri arasında, tıp sanatını öğrenmek için gerekli her şeyi içinde toplayan bütünlüklü tek bir esere bile rastlamadım” diyordu. “Hipokrat çok az yazmıştır ve sözlerinin çoğu karanlıktır, yoruma muhtaçtır. Galen birçok kitap yazmıştır, ancak bunlardan her biri tıp sanatının yalnızca bir bölümünü içerir, onun yazıları uzun solukludur ve tekrarlarla doludur. Galen’in pratisyenlerin eğitimi için uygun ve eksiksiz tek bir kitabını bile bulamadım.” der.
Bütün eserleri teker teker ele alır ve olumsuz anlamda başını sallayarak bir kenara bırakır. Oribasius, Paul von Aegina’yı inceler, “iyi açıklamış ama yöntemsiz; bunlardan bir şey öğrenmek öğrenciler için çok zor olur.” der. Ve sonunda aradığını bulur: Ebu Bekir er-Razi’nin (865-925) yazdıkları. Gerçi er-Razi’nin “El- Mansuri” adlı eserinde karşı çıkılacak bir şey yoktur ama çok özet bir kitaptır. Buna karşılık “el-Havi” bir kitabın olabileceği kadar mükemmeldir. Bütün kitaplar el-Havi’nin içindedir. Her şeyi içeren manasındaki ismi de Latinceye çevrildiğinde “Continense” olur. Ama, bu kitabın da eksikleri vardır. İçeriği düzenden ve bağlantılardan yoksun, kitabın kendisi bir ders kitabının kendine özgü yönteminden yoksun olmasaydı, bu kitap neredeyse ideal bir kitap olabilirdi. Ali bin Abbas. “Er-Razi eserini bölümlere ayırmamıştır. Oysa onun gibi bir bilim adamından; muazzam bir tıp bilgisine ve yazarlık yeteneğine sahip olan bir kişiden bu mu beklenirdi” diye şaşırmaktadır ve şöyle devam etmektedir: “Sanırım bu kitapla ilgili olarak şu iki şeyden biri cereyan etmiştir: ya bir gün kütüphanesinin tahrip edileceğinden korktuğu için, yaşlılık günlerinde belleğine destek olsun diye her şeyi notlar halinde yazmıştır ya da daha sonra yazacağı, iyi düzenlenmiş, iyi sınıflandırılmış eksiksiz bir kitap için bu notları almış ama zamansız ölümü yüzünden bu kitabı yazamamıştır. İkinci tahminimiz daha olasıdır.”
Razi’nin kimlerden tahsil gördüğüne dair yeterli bilgi yoktur. Tahsil için çıktığı uzun seyahati esnasında Horasan bölgesindeki bilim ve kültür merkezlerinde bulunmuş; hekimlikte şöhrete kavuştuktan sonra Halife Muktefi-Billah’ın daveti üzerine otuz yaşlarındayken Bağdat’a gitmiştir. Rey’de hastane başhekimi olduğu ve Bağdat’ta da aynı görevi üstlendiği bilinmektedir. Devrin hastane başhekimi olduğu ve Bağdat’ta da aynı görevi üstlendiği bilinmektedir. Devrin en büyük tabibi olmak şöhreti onu bir saraydan diğerine sevk etmiştir.
Otobiyografi mahiyetindeki es-Siretü’l-felsefiyye’sinde 20.000 varaktan fazla yazı yazdığını belirtir. Öyle ki onu anlatanlar ya bir kitabı istinsah ederken ya bunları müsvedde yaparken gördüklerini söylerler. “Hayatın Sokrat’ınkine benzemediyse sen filozof olamazsın” diyenlere karşı ülkesinde hiç kimsenin tıp alanında kendisini geçemediğini, filozof adına yakışmayacak hiçbir davranışta bulunmadığını, fizik ve matematik disiplinleriyle ilgili 200’e yakın eser yazdığını belirtip, “Ulaştığım bu bilgi düzeyi filozof adını almama yetmiyorsa keşke bileydim, çağımızda bu isme layık olan kim var?” diyerek kendisini savunmuştur.
Bütün hekimlerin görüşlerini sistemsiz bir biçimde bir araya toplayan, ayrıca birçok gereksiz şeyi de içeren, sonuç olarak çok kapsamlı hale gelen el-Havi gibi böylesine pahalı bir esere ancak pek az sayıda zengin sahip olabilirdi. Ali bin Abbas “Bana gelince, kendi kitabıma yalnızca sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisiyle ilgili gerekli bilgileri alacağım. Yani, yalnızca her yetenekli ve bilgili hekimin bilmesi gereken şeyleri.” diyerek Razi’nin önüne koyduğu işi, daha yüksek bir düzeyde gerçekleştirir. Onun kitabı, el-Havi’nin ayrıntıcılığıyla el- Mansuri’nin özetçiliğinin ortasında bir yolu seçmiştir. Kitap, Bağdat’ın büyük hastanesinin kurucusu ve bilimlerin destekçisi Sultan Adudü’d-Devle’ye ithaf edilmiştir. Bu nedenle “Sultan Kitabı” (el-Kitap el-Meliki) adı verilir. Gerçekten de bugün bile hayran olduğumuz bir “Sultan Kitabı” Kitab el-Meliki ilk on bölümü teorik, ikinci on bölümü uygulamalı tıp olarak anlatılan 20 bölüme ayrılmıştır. Konularının birkaçı diyetisyenlik ve tıbbi malzemeler, kılcal damarların temel fikirleri, ilginç tıp rasatları ve doğum boyunca meydana gelen rahim hareketlerinin açıklamasından oluşur. Örneğin; “çocuk rahim dışına kendiliğinden çıkmaz, rahim hareketleriyle itilir.” diyerek Hipokrat‘ın Doğum Olayı tezini de çürütür.
Bu kitap Avrupa’da Constantinus Africanus tarafından Liber Pantegni olarak 1087 yılında Latince’ye çevrildi. Liber Pantegni’nin tamamlanması ve daha iyi tercümesinin yapılması ise 1127 yılında Antakyalı Stephen tarafından yapıldı.
KAYNAKLAR
- Ahmadzadeh A, Ahmadzadeh A. Ali ibn Abbas al-Majusi Ahvazi Arjani. Sci Med J 2011;10:121–9.
- Hunke S. Batıyı Aydınlatan Doğu Güneşi. İstanbul: Kaynak Yayınları, 2008:198-201.
- Zarshenas MM, Mehdizadeh A, Zargaran A, Mohagheghzadeh A. Rhazes (865–925 AD). J Neurol 2012;259:1001–2.