Ortaçağ Astrolojisinin Kısa Tarihçesi
ORTAÇAĞ ASTROLOJİSİNİN KISA TARİHÇESİ
Prof. Dr. H. Kadircan KESKİNBORA
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi
22 Ocak 2017
Ortaçağ bilimcileri, kendi bilim amaçları tamamen başka bir yöne yönelmiş olduğu için, doğayı tanımakla ya da gökyüzü araştırmalarıyla hiç ilgilenmedi. Bütün kavrayışları tanrıya ve inanan ruha her yıl değişen bayram günlerini doğru hesaplayabilmek için bir kaç basit bilgi yeterliydi. Hıristiyan öğretisi etkisiyle, Güneş, Ay, Venüs, Jüpiter ve diğer ilahlaştırılan yıldızlarla uğraşmak putperestlik yoluna sapma tehlikesi taşıyordu. Ruhsal gelişim, kilise okullarında, yalnızca Roma’nın son dönemlerinden kalma yetersiz ve olgunlaşmamış bilgilerle besleniyordu.
Arap bilginlerinin matematiğinden devraldıklarıyla tarikatını şaşkınlığa düşürmüş olan Jordanus Nemorarius bile, bu çalışmaları için daha sonra özel izin almak zorunda kalmıştı.
1228 tarihli nizamname, daha yüksek kültürlerle, yâni İslam dünyasıyla, yâni kâfirlerle her türlü ilişkiyi yasaklarken, yalnızca Tarikat Reisine göz yummuşlardı. Yasak şöyleydi: “Tarikat üyeleri, kâfir filozofları incelememelidirler. Serbest sanat denen şeyi de (sayı sayma, hesap yapma ve ’computus’ denen dini bayram günlerinin hesaplanması gibi en basit yetenekleri de öğrenmemelidirler). Tek tek şahsiyetler için özel izin verilmiş durumlar hariçtir.”
Kâfirlerden böyle bilgiler almak kirli bir işti ve böyle bir şeye göz yumulamazdı. Eğer görevliler ilkbaharda dolunayın doğuşunu gözlemeyi kaçırırlarsa, Papa İspanya’daki Araplara elçi göndererek, bu “Şeytana tapanlar”dan paskalya yortusu ile yortudan önceki matem haftasının tarihlerini öğrenmek zorunda kalmak gibi utanç verici bir duruma düşerdi.
Gökyüzündeki yıldızlarla ilgilenme eğiliminin ne kadar az olduğunu; onlarla ciddi bir biçimde ilgilenenlere nasıl bir güvensizlikle bakıldığını; araştırmacılara ve bilginlere nasıl iftiralar atıldığını, Gerbert von Aurillac sadakatle bağlı olduğu Kayzer’e ve Hıristiyanlığın merkezindeki İmparatorluğa bildirmişti. Onun, Papa II. Silvester olarak, Roma’da Güneş’in yüksekliğini ve gece ve gündüz sapmalarını tespit ederken kullandığı ve şimdi Floransa’da korunan Arap usturlabını, bugün şaşkınlık ve heyecanla seyrediyoruz. Yaşadığı dönemde, eşsiz olan bu bilgileri, Kurtuba’daki şeytandan almakla ün yapmıştı. Oysa yıldızlar bilimiyle uğraşan bir papanın lanetlenmesi gerekirdi!
Kilise’nin kuşkulanmak ve endişeye kapılmak için nedenleri vardı. Kutsal metinlerdeki bazı bölümler, yıldızların yeryüzünde belli etkileri olduğunu kabul ediyordu. Papalar bu etkileri bitkilerin ve hayvanların gelişmeleriyle sınırlamaya çalıştılar. Ama aralarında, mezhebi geniş olanlar da vardı ve onlar, her türlü hastalık, savaş ve felaketin sorumlusu olarak kuyruklu yıldızları, Güneş ve Ay tutulmasını, gökyüzündeki diğer olağandışı hareketleri gösteriyorlardı. Kilise, resmi olarak insan üzerindeki her türlü etkiyi reddetmek ve insanları yalnızca her şeye kadir olan Tanrı’ya teslim etmek zorundaydı. Ama bu konuda pek de başarılı olamamıştı. Temsilcilerinin tereddütlü hallerinden yararlanan müneccimler, çeşitli hilelere başvurdular. Zayıf ve çalkantılı atmosfer, mistik spekülasyonları, anlaşılmaz ve huzur kaçıran açıklamaları kabul etmeye hazır olanları kandırmak için elverişli bir zemin hazırlamıştı zaten. Bu nedenle, astroloji cetvellerinin ve yıllıkların çevirilerinin, astronomi eserleriyle birlikte Pireneleri aşıp gelmesinin çok istenmesinde şaşılacak bir şey yoktur.
İslamiyet müneccimliğe daha az eğilimli idi. Peygamber, tapılan yıldızların yerine, evrenin hâkimi, yerin ve göğün yaratıcısı tek bir Allah’ı koymuştu. “Gökyüzü cisimlerinin doğaları gereği etkili olabileceklerine; yıldızların bağımsız bir etkisi olduğuna inanmak” şimdi “hoş görülmemekte” idi. Ama, “astronominin incelenmesi zorunludur“. Bizzat Allah insanlara gökyüzünü incelemeyi buyurmuştur. Yıldızların hareketi, Allah adına araştırıldı. Her bilimsel eserin yazılmasına O’nun adına başlandı. Ve işte Arapları Batılı Hıristiyanlardan üstün kılan da buydu: Onları -görüldüğü gibi-, boğucu mistisizm bataklığına saplanmaktan koruyan yüksek bilimsel düzeyleri. Bu nedenle, astroloji ve müneccimlik sanatı akıllı ve gerçekçi Araplar için baştan çıkarıcı bir büyüye sahip değildi. Oysa astrolojiye ilişkin eserlerinin Batı’daki etkisine bakarak insan pekâlâ böyle olduğunu düşünebilirdi.
“Arap astrolojisi”, İslam kültürünün diğer meyvelerine göre esas olarak İranlıların ürünü; onların nazlı çocuğu idi. Yıldızlardan geleceği okuma sanatını, İslam dünyasına İranlılar getirmişti. Birçok ünlünün öğretmenliğini yapan Yahya bin Ebu Mansur da İran doğumlu idi ve kendilerini gökcisimlerini incelemeye adamış hemen bütün hemşehrileri gibi astrolog idi.
İranlıların yıldızların iyi ve kötü etkilerine ilişkin inançları Zerdüşt’ten kaynaklanmaktadır. Gezegenler, kötü yıldızlar ve kayan yıldızlar, Ahriman’ın (Ahriman ya da ehriman, Zerdüştlük inanışında, kötülükleri ve karanlıkları temsil eden kötülük Tanrısı ya da ilkesidir. Zerdüştçülüğün ifade ettiği mutlak ikicilikte, iyilik ilkesi ya da Tanrısı olan Ahura Mazda ile sürekli bir mücadele içindedir) kötülük prensibinin ürünüydü. Ahriman kendi yaratıkları aracılığıyla dünya düzenini yıkıma uğratmaya çalışır. İnsanlara felaket getiren korkunç gücünü yedi gezegen kanalıyla kullanır.
Babil’in, naif müneccimliğiyle, tanrıların yıldız karakterine olan sofuca inanç gereği gökyüzüne çizilen resimlerle başlattığı ve Helenizmin geometri kurallarına olan düşkünlüğü sonucu, aynı biçimde kaskatı ve bütün tecrübelerden kopuk bir şema içinde topladığı ve sarsılmaz bir teori sistemi haline getirdiği şey; şu “çöken putperestliğin bilimsel teolojisi” İranlılar arasında inançlı hamilerini ve havarilerini bulmuştu. İranlı astrolog Nevbaht (ölümü yaklaşık 777), böyle karmakarışık bir yükle birlikte, 760 yılında Arap Halifesi el-Mansur’un sarayına ulaştı. Abbasiler iktidarı ele geçirince, kökü kurutulmuş Emevi Hanedanı’nın etrafı çöllerle çevrili Şam’daki merkezi de doğuya taşındı. Yeni başkent, en zengin ve en verimli topraklarda; Dicle kıyısında kurulmalıydı. Ama inşaata başlanmadan önce, Nevbaht’ın yıldızların durumunu inceleyerek olumsuz etkilerini bertaraf etmesi ve kentin inşası için en hayırlı zamanı saptayarak Halife’ye bildirmesi buyruldu. Nevbaht, İnananların Hükümdarı’ndan, sonradan İslamiyeti kabul ederek Maşallah adını alan İranlı Musevi bilgin Manasse ile birlikte, yıldızlardan kentin kuruluşu için en hayırlı zamanı öğrenme ve aynı zamanda temel ölçümleri yönetme görevini aldı. Böylesine elverişli koşullarda doğan çocuğa Bağdat; “selametin kenti” adı verildi (Kentin ilk adı Dar-üs-selam’dır ve “barış kenti” demektir. Daha sonra Medinet-üs-Selam ve son olarak da Bağdat adını almıştır).
Bu çok yetenekli Acem, “Nevbaht” adıyla Halife’nin en nüfuzlu saray müneccimi oldu. Daha sonraki hükümdarlara danışmanlık yapacak olan bir dizi müneccimin de atasıdır.
Kaynak: