Sokrates'in Ölümü: Zehirlenerek İdam mı, Gizlenmiş Bir İntihar mı?

Sokrates'in Ölümü: Zehirlenerek İdam mı, Gizlenmiş Bir İntihar mı?, Göz Çukurunun(Orbita) Blow-Out Travması ve Kırığı,Keratokonus,Retinoblastom,Nistagmus,Tavuk Karası(Gece Körlüğü),Behçet Hastalığı,Uveit,Çocuklarda Gözyaşı Kanalı Tıkanıklığı,Çocuklarda Şaşılık,Göz Kuruluğu

Sokrates'in Ölümü: Zehirlenerek İdam mı, Gizlenmiş Bir İntihar mı?

SOKRATES’İN ÖLÜMÜ: ZEHİRLENEREK İDAM MI, GİZLENMİŞ BİR İNTİHAR MI?

Prof. Dr. Kadircan KESKİNBORA

Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi

 

MÖ 399 yılında üç vatandaşın, şair Meletos, zanaatkâr ve siyaset adamı Anytos ve hatip Lykon’un ihbarı üzerine, Atina’nın 500’ler meclisi Sokrates’e, yani tanrı Apollon’un sesi Delphi Kâhini’nin “en bilge insan” dediği kişiye dava açtı.

Filozofların çoğundan farklı olarak, askerî seferler dışında Atina’dan ayrılmayan ve ömrü boyunca insanların doğruyu bulup çıkarmaları için didinmiş olan Sokrates’, yetmiş yaşındayken, Şehrin tanrılarına önem vermeme ve dinde yeni ibadetler icra etme şeklinde “dinsizlik” ve “gençlerin ahlakını bozmak” ile suçlanarak mahkeme önüne çıkarıldı. Davayı açan, kendisi gibilerin aptal olduklarını ortaya çıkardığı için Sokrates’e bilenen ve insanları ona karşı kışkırtan Anytos’un davayı açmaya ikna ettiği Meletos idi.

 Kesinlikle bu işten kurtulmasını sağlayabilecek ünlü bir avukat olan Lysias’ın kendisini savunmasını Sokrates kabul etmedi ve savunmasını kendisi hazırladı. Savunması o kadar saygısız ve küstah olmuştu ki Meclis üyeleri çok öfkelendi. Onu 220 oya karşı 280 oyla suçlu ilan etti. Savcılar idam talep ettiler: Atina geleneklerine göre bir kap baldıran zehri içecekti. Ceza indirimi için görüşmede bulunabilirdi ama şehrin bir velinimeti olduğunu ve şehir tarafından ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini ilan etti. Bunun üzerine, Meclis’in öfkesi iyice büyüdü; idamdan yana olan çoğunluk arttı. Sokrates zehri içecekti. Sokrates gerçekten de, ceza meşru bir mahkeme tarafından verildiği için bunu kabul etmesi gerektiğini söyleyip zehri içti. O zaman yetmiş yaşındaydı. Dostları ona hapisten kaçması ve emin bir yerde saklanması için yardımda bulunmayı önermişlerdi ama o kesin bir dille reddetti.

Meletos neden Sokrates’e kinlenmişti?

Sokrates’e göre; kendisine atılan iftiralar, özellikle de, Pythia’nın Khairephon’a “bütün insanların en bilgesinin Sokrates olduğu” kehanetini bildirmesiyle baş göstermiştir. Bu kehanetin anlamını aramaya koyulan Sokrates, önce bir devlet adamı olan Anytos’un yanına giderek kendisini bilge sanan Anytos’un hiçbir şey bilmediğini göstermeye çalışmış ve onun düşmanlığını kazanmıştır.

Sokrates daha sonra aynı amaçla ozanların ve el sanatkârlarının yanına gitmiş ve onların da kendilerini bilge sandıklarını görünce bilgeliklerini çürütmüştür.

Sokrates Meletos’un ozanlar adına, Anytos’un zanaatkârlar ve devlet adamları adına, Lykon’un da hatipler adına kendisine bilendiğini düşünür. Tüm bu yaşananların kışkırtmasıyla, Sokrates’in mahkeme önüne çıkarıldığı bu davada resmî olarak Meletos suçlamada bulunmuştur.

Akla yatacak bir açıklama var mı?

25 yüzyıl sonra, Atina vatandaşlarının kararına hiçbir akla yatkın açıklama sunulmadı. Meclis’in dile getirdiği ahlaki çürümenin kanıtları ve başlıca örneklerini ancak dolaylı yoldan biliyoruz. Homoseksüellik imaları belli ki savunulabilir değil; çünkü, bu Atina’da suç sayılmıyordu. İkinci suçlama konusu ise, Atinalıların taptığı tanrıların tanımına uymayan ve Sokrates’e kişisel cini, ünlü Daimon olarak kendini gösteren elle tutulamaz tanrı hakkındaki imalardır.

Meclis’in hükmü yüzyıllar ilerledikçe canavarca bir haksızlık görünümü kazandı ve bu hükmün Sokrates taralından kabul edilmesi, Atinalıların haksızlığı önünde hayranlık duyulacak bir Stoacılığın ifadesi olarak yorumlandı. Bütün okul ve üniversite kitapları, bütün ansiklopediler bu konuda hemfikirdir. Böylece filozof, ölümü cesaretle kabul eden, gerçeğin savunucusu bir kahraman oldu, adeta Mesihvari bir kimlik kazandı.

Birçok tarihçi Sokrates’in suçlanmasını, onu suçlayan Anytos, Lycon ve Meletos’un budalalıklarının ve nüfuzlarının sonucu olarak gördüler. Onların gerçekten aptal ve kötü oldukları varsayılırsa, böyle bir savunma idam için oy veren Atinalıların çoğu açısından pek geçerli olamaz: 500 kişi içinde, 300’den fazlası. Yani, Atina’da çok fazla aptal ve kötü insanın bulunması gerekir.

Gerçek bundan farklı olsa gerek

MÖ 399 yılında, Atina, kendisini yıkan Peloponnes Savaşı’ndan ve ayrıca iki kanlı tiranlık döneminden çıkıyordu: MÖ 411’de, 100’ler adı da verilen oligarşi hükümdarlarının tiranlığı, ayrıca MÖ 404’te Otuzlar tiranlığı. Filizlenmekte olan genç Atina demokrasisi az kalsın yok oluyordu. Oysa ikisinin de yöneticileri arasında Sokrates’in, Kharmides’in ve Kritias’ın öğrencileri bulunuyordu. Platon zaten “Diyaloglar”ının ikisine onların isimlerini vermişti.

Daha da beteri, Sokrates bizzat “Dünyada sevdiğim iki şey var, Alkibiades ve felsefe.” Bu cümlesinde söz ettiği kişi olan Alkibiades, Atina’nın yıkılmasına neden olan adamdı; ele avuca sığmaz, tahrik edici ve edepsiz bir maceracıydı, berbat bir skandalla saygınlığı lekelenmişti. Bir grup arkadaşıyla birlikte şehrin koruma taşları olarak konulmuş Hermes heykellerini hadım etmişlerdi. Ama zengin ve yakışıklı bir gençti. Atina’dan ayrılarak baş düşman Sparta tarafına geçmiş ve oranın yöneticilerine doğduğu şehrin kaynaklarından nasıl mahrum edileceğini göstermişti: Laurion’da yalnızca köleler tarafından korunan gümüş madenlerinin ele geçirilmesiyle. Atina’nın bozguna uğraması ve Pire Limanı’nı koruyan uzun duvarların yıkılışından sonra, ortalığı karıştırmayı iş edinmiş bu nefret edilesi kişi, koyu kızıl yelkenleri olan bir gemiyle sanki bir kralmış gibi tek başına geri dönmüştü.

Kharmides, Kritias ve Alkibiades böylelikle Atina’nın genç protodemokrasisinin en tiksinilen üç kişisi olmuşlardı. Üçü de Sokrates’e yakındı. Elbette Sokrates onlara ne zalimliği ne de tiranlığı öğretmişti ama nihayetinde öğretisinin bazı yıkıcı öğeler barındırması muhtemeldi.

Dolayısıyla filozofun mahkemeye verilmesi, iddia edilenden farklı olarak, ne dar görüşlü birkaç vatandaşın hırçınlığından ne de bir günah keçisi bulma ihtiyacından ileri geliyor, doğrulanmış şüphelere dayanıyor olabilir. Şüphesiz yargıçlarına şöyle karşılık vererek kendisini daha ustalıkla savunabilirdi: “Prytaneion’da (yani masrafları şehir tarafından karşılanarak beslendiği ve konakladığı kamu binasında) olmam gerekirken beni buraya mı çağırıyorsunuz?”

Ölüm Cezasını Kabullenmesine Neden Olabilecek Olaylar

Ölüm cezasını, Alkibiades’in ihanetiyle kalbi kırıldığı için kabul etmiş olması mümkün. Her ne kadar Atina’nın vatandaşı olma ayrıcalığına sahip olmasa da bu şehrin kalbinde değerli bir yeri vardı. Yaşlanmıştı, ölümü tercih ederek son bir ders daha vermek istemiş olabilir miydi?

Böylece 500’ler Meclisi yüzyıllar boyunca adaletten çok cezaya önem veren bir tür halk mahkemesi olarak görüldü. Oysa bu suçlamanın elle tutulur bir yanı yok: Bu saray şehrin en eğitimli adamlarından oluşuyordu ve onları Apollon kâhininin birkaç yıl önce dikkat çektiği bilgeye karşı ani bir nefrete kapılmış olarak düşünmek mümkün değil.

Sokrates’in Öğretileri Nelerdi, Neden Tepki Topladı?

Günümüz tarihçisi, Sokrates’in öğretisindeki muhtemel ahlakdışı öğeler üzerine sorular soracaktır: Bu girişime kanıt bulmak çok güç, hatta mümkün değil. Çünkü Sokrates hiçbir şey yazmadı ve bu öğretiyi ancak Ksenofon’un ve özellikle en sadık öğrencisi Platon’un yazılarından biliyoruz. Ayrıca Jean-Jacques Rousseau, Emmanuel Kant ya da Frederich Hegel’in ona duyduğu hayranlık, böyle cesur bir analizi dayanaksız kılardı. Yine de bir ipucu dikkat çekiyor:

Ölümünden sonra, saygı gösterilerinin inandırdığının aksine Sokrates’e Atina’da herkes oybirliğiyle saygı duymuyordu; hiciv yazan Aristophanes’in üç komedisi 1) Bulutlar, 2)Kuşlar ve 3) Eşek Arıları’nda Sokrates’ten yola çıkarak yazdığı gülünç ve hatta ahlaka zararlı karakter bunu gösteriyor: Gençliği yoldan çıkaran, saçmalayan bir palavracı. Burada, “safsatacı” denilen filozoflara karşı Atina’da yaygın bir önyargıyı da görüyoruz: Buna göre, filozofların içi boş fikirleri, gençleri serseme çevirir, onları “gymnasium”dan soğutur ve bu da nihayetinde şehrin çıkarlarına aykırıdır.

Bu durumda, “gençliğin ahlakının bozulması suçlaması”, -Atinalı bir vatandaşın gözüyle-doğrulanıyor adeta. Aristophanes’in komedilerinin başarısı, Atina nüfusunun en azından bir kısmının Sokrates’e karşı güvensizliğini ortaya çıkarıyor. Şüphe belki aydınlatılabilir: Platon’un “Minos”unun bir bölümünde Sokrates yalnızca “bilgiyi” elinde bulunduranların hükmedebileceklerini açıklar, bu bilgi gökyüzü tarafından verilmiştir ve sıradan bir adam erdemli bile olsa bunda hak iddia edemez. Oysa temelde antidemokratik olan görüşler vardır burada: Bu görüşler, oligarşi hükümdarlarının, yani Cumhuriyeti iki kez tehlikeye atan aristokratların davasına güç katıyordu. Sokrates’in düşünsel anlamdaki etkisinin, darbe yaparken oligarşi hükümdarlarına cesaret verdiğini doğruluyordu.

Zaten Sokrates’in en yakın öğrencilerinden biri olan Platon’un demokrasiye düşmanlığı iyi bilinir: Atina’nın zenginliklerinin fakirlerle paylaşılmasına ve “Atinalılara ziyafet çekerek ve onlara arzuladıkları her şeyi sunarak” onların “tembel, gevşek, geveze ve para hırsıyla gözü dönmüş” hale gelmelerine neden olan Perikles gibi adamlara ateş püskürmüştü. Ekonomik demokrasi en tiksindiği şeydi. Ustasının mahkemesine katıldıktan sonra, Siracuza tiranı Dionysios’un hizmetine girdi.

Son olarak, Sokrates’e yöneltilen yabancı tanrıları onurlandırma suçlamasıyla ilgili olarak, Atinalıların, filozof için, emirleri Atina dininden daha güçlü olan “Daimon”uyla ilgili söylediklerinin referans aldığı varsayımını ileri sürülebilir. Ama kesin bir nokta var: Atinalıların Sokrates’ten şüphelenmek için geçerli sebepleri vardı. Beraat edebilirdi, ama o, şüphe götürmez bir şekilde hayattan bıkmıştı.

Filozof, dinleyicilerini, profesörlere ve gerçeği bildirme yetkisiyle donanmış bütün insanlara karşı uyarmıştı. Sokrates yöntemi, bir eleştirel diyalog yöntemiydi; konuşulan kişinin neden söz ettiğini bilmediğini, başkaları tarafından belletilen kavramları tekrarladığını, kısacası beylik düşünceleri tekrar ettiğini kendiliğinden kabul etmesi amacını güdüyordu. Onu profesörlere özgü bir edayla işaret parmağını doğrultmuş halde gösteren David’in meşhur tablosu, Sokrates’in Ölümü, bu bakımdan saçmalığın vardığı son noktadır: Sokrates tam olarak bu öğretici işaret parmağına karşı çıkıyordu.

Ceza ve Alternatifleri

Sokrates’in davası, yasa tarafından öngörülen kesin bir cezanın olmadığı, aksine davalının cezasının mahkeme tarafından belirleneceği bir dava idi; bu gibi durumlarda mahkeme, davacı ve davalı tarafından teklif edilen alternatif cezaları değerlendirerek bir seçim yapardı. Kendisine layık görülen cezadan korkmadığını, bu nedenle de hapis cezasını ve sürgüne gönderilmeyi kabul etmeyeceğini dile getiren Sokrates; Platon, Kriton, Kritoboulos ve Apollodoros’un ısrarıyla beraatına karşılık otuz mna ödemeyi de teklif etti. Ancak, yargıçların hoşnutsuzluğu üzerine, Sokrates hak ettiğinin “Prytaneion’da yiyip içme cezasına çarptırılmak” olduğunu söyleyince, ölüme mahkûm edilerek zindana atıldı.

Sokrates, ölüme gönderilme kararının onaylanmasından sonra kendi durumunu şu şekilde değerlendirir: “Her tehlike için, kişiyi ölümün elinden kurtarabilecek pek çok yol vardır, yeter ki o kişinin her şeyi söyleyebilecek ya da yapabilecek kadar ar damarı çatlamış olsun! Bundan, yani ölümden, o kadar da zor değil kaçıp kurtulmak, çok daha zor olan kötülükten kaçıp kurtulmaktır. Zira, o daha hızlı koşar ölümden. Ben, yaşlı ve yavaş biri olarak daha yavaşı tarafından yakalandım, suçlayıcılarım ise becerikli ve hızlı olduklarından daha hızlı olan kötülük tarafından yakalandılar. Ben şimdi sizin tarafınızdan idam cezası hükmü giydirilmiş olarak ayrılıyorum aranızdan, onlar ise hakikat tarafından fesatlığa ve adaletsizliğe mahkûm edilmiş olarak”.

Sokrates’in Kararlılığı

Sokrates, yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı üzere, Apologia’da (Atinalı yargıçların huzurundaki) savunmada, sürdürdüğü felsefi yaşam şeklini savunmaktan vazgeçmediğini ve bu uğurda ölümü göze aldığını kanıtlamıştır. Çünkü Sokrates’e göre, Apologia’da ölüm ya “bir tür uyku” ya da “ruhun göçmesi”dir. İki ihtimali de olumlu bulan Sokrates, özellikle, eğer ruhun mekân değiştirmesi söz konusu olursa, orada da insanları sınayacağını düşünerek bunu bir kazanç olarak görür. Sokrates’e göre, ölümden korkmak için hiçbir neden yoktur; çünkü, o iyi bir adamın başına yaşarken de öldükten sonra da hiçbir kötülük gelmeyeceğine inanır.

Ölüm hükmü tasdik edilen Sokrates, otuz gün daha yaşamak zorunda kalmıştır; çünkü duruşma Atinalılar’ın Apollon’u kutlamak için Delos’a bir gemi gönderdiği Delos şenlikleri zamanına denk gelmişti ve bu süre içinde gönderilen heyet Delos’tan dönünceye kadar, kentte idam yapılması yasaktı.

Ölüm hükmünün verildiği gün ile baldıran zehrini içtiği gün arasındaki zamanda, Sokrates kaçmayı değil, ölümü beklemeyi tercih ederek yargıçların huzurunda savunduğu (Apologia) yaşam şeklini sürdürmeye devam etmiş; misyonundan ödün vermemiştir.

Bu süre içinde kaçmayı ve çeşitli alternatifleri öneren dostlarının huzurunda yaptığı savunmasında (Phaidon), ruhun ölümsüzlüğünü, ölümden sonra bedeninden kurtulmuş ve arınmış ruh için daha iyi bir hayat olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Platon’un Phaidon (Elisli Phaidon, yurduyla birlikte tutsak alınmış ve berbat bir evde yaşamak zorunda kalmıştır; sadece Sokrates ile ilişki kurmuş, sonunda da Sokrates’in çabasıyla Alkibiades ya da Kriton ve çevresi fidye ödeyip onu kurtarmışlardır. Bundan sonra özgürlüğüne kavuşup kendini felsefeye vermiştir) adlı eseri; haksız yere ölüme gittiğini söyleyen Ksanthippe’ye “ölümü hak etmiş olmamı mı isterdin” diye yanıt veren Sokrates’in ölmeden önce neler söylediği ve nasıl öldüğüyle ilgilidir. Başka bir deyişle Phaidon, Sokrates’in dostlarıyla yaptığı son felsefi tartışmaları içeren diyalogdur. Bu felsefi tartışmalar sırasında orada bizzat bulunan ve yaşananlara tanıklık eden Phaidon, Sokrates’in hayatının son demlerindeki duruşu karşısında hissettiklerini şu etkileyici sözleriyle dile getirir: “Gerçekten de, oradayken garip duygular içerisindeydim. Dostum olan bir adamın ölümü esnasında orada bulunmama rağmen bende bir acıma duygusu uyanmadı. Çünkü o, tavrıyla ve sözleriyle mutlu görünüyordu. Ekhekrates; hayatının son deminde öyle korkusuz öyle soylu bir tavrı vardı ki, Hades’e giderken tanrısal bir pay ile gitmekte olduğunu ve oraya vardığında bugüne dek hiç kimsenin olmadığı kadar mutlu olacağını o an anladım.”

Sokrates’in dostlarına yaptığı savunmasındaki felsefi tezleri şöyle özetlenebilir:

  • Hakiki filozof varlıkların özünü, her bir şeyin kendisini ve hiçbir şeyle karışmamış halini kavramak ister.
  • Anlamanın tam olarak gerçekleşebilmesi için ruh tek başına kalmalıdır. Çünkü bedensel hazlar, ihtiyaçlar ona engel olur ve bedensel duyular onu yanıltır. Bu durumda ruhun bedenden kurtulması gerekir.
  • Ruhun bedenden kurtulmasının en kesin yolu ölümdür. Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasını ve kendi başına kalmasını sağlayan bir araçtır.
  • Bu durumda, filozofların salt bilgeliğe kavuşacakları yer olan Hades’e giderken ölümden korkmaları mantıklı değildir. Çünkü, ölüm bir kurtuluş ve ölümsüzlüğe giden yolda bir basamaktır.

Sokrates Phaidon’daki savunmasının sonunda ölüme “arınmış” olarak hazırlanmanın ancak gerçek filozofların işi olduğunu vurgularken, yine kendi ölümünün haklılığını kanıtlamak için gizemlere ermeden, günahkâr bir halde Hades’e varan kişilerin orada çamurda yatacağını; öte yandan, arınmış ve gizemlere ermiş bir halde oraya varanların, tanrılarla birlikte olacağını (Platon her ne kadar geleneksel din terminolojisini kullanmışsa da, asıl amacı gizemler mitini kullanarak “ruhun ölümsüzlüğü” savını güçlendirmektir) ifade ederek, gerçek bir filozof için ölümün bir “kazanç” olduğunu doğrular.

Bu analizlerin sonunda soru, aklımızı kurcalamaya devam ediyor: Sokrates’in Ölümü, Zehirlenerek İdam mı, Gizlenmiş Bir İntihar mı?

KAYNAKLAR

1) Messadie G. 4000 Yıllık Tarihî Aldatmacalar. Çev. Kaya SE. İstanbul: Pegasus Yay., 2013:36-41.

2) Sönmez-Yakut A. Platon’un Phaidon’unda Sokrates’in Savunması. Archivum Anatolium 2017;11(1):129-142.

3) Platon. Sokrates’in Savunması. Çev. Akderin F. İstanbul: Say Yayınları, 2016:32-38.